Sık Kullanılanlara Ekle   Açılış Sayfası Yap   İletişim    Kurumsal 26 Haziran 2005 / Pazar  
   Milliyet Online    Kariyerim    Business    Arabam    Cumartesi    Pazar    Ege    Seri İlanlar 
   
 » Detaylı Arama

  SON DAKİKA
  ANA SAYFA
  YAZARLAR
  SİYASET
  EKONOMİ
  FİNANS
  DÜNYA
  SPOR
  GÜNCEL
  YAŞAM
  MAGAZİN
  ASTROLOJİ
  TEKNOLOJİ
  HAVA DURUMU
  OMBUDSMAN
  ÇİZERLER
  Bilişim
  Eğitim
  TV Rehberi
  Tatil
Haber İndeksi Arşiv Haberci Üyelik Bülten
Divan-ı Hümayun

Fax: (0312) 427 20 64

Size yaz boyu zaman zaman Topkapı Sarayı'nın bölümlerinden söz etmek isterim. Bu ilginç saray yeryüzünün en özgün hükümdar evidir. İmparatorluk bürokrasisini temsil eden anıtlardandır. Mütevazı ama çarpıcı ve her şeyden önce güzeldir. Denizden bakıldığında ise muhteşemdir. Amaç da budur. İhtişamının ilginç bir noktası da Ayasofya ve Sultanahmet gibi anıtların minareleri ile boy ölçüşen Adalet Kasrı'dır. Yani Divan-ı Hümayun'a profilini veren Rönesans üslubundaki bu kule yüksekliğinden çok zarafetiyle sarayı temsil eder. Yangından sonra 17'nci yüzyılda kâgir olarak inşa edilmiştir. Osmanlı döneminin bütün saraylarında; Bahçesaray'daki Hansaray'da, Edirne Sarayı'nda hatta 18'inci yüzyılda ünlü ayan konaklarında bunun benzeri kuleler vardı. Ama hiçbiri böyle değildir ve Osmanlı merkez teşkilatının en önemli organına Kubbealtı, bu organın üyelerine Kubbenişin rical dendiğini hatırlarsak, devleti isimlendirmiştir.
Divan-ı Hümayun Farsça bir tamlamadır. Divan çok açık ki Sami asıllı bir deyim; bir defteri ve dildeki dönüşümle bir büroyu ifade ediyor. Ama İran imparatorluklarında çok yerleşmiş. Belirli işlere bakan bir meclis ve bakanlık demektir. Hümayun İran'da emperyal anlamında. Divan-ı Hümayun 15-16'ncı Osmanlı asırları boyunca bilinen dünyanın politikasının yönlendirildiği bir yerdi. Hiçbir zaman Osmanlı kanunu onun yapısını ve görevini ayrıntılarıyla ve bükülmez bir şekilde tespit etmiş değildir ama Osmanlı'da söze ve padişah fiiline dayanan anane o zamanki deyimle "ecdad ve eba-i izam" (yüce dedelerimiz ve babalarımız) zamanından beri uygulanagelmiştir. 16'ncı yüzyılda haftada dört gün toplanan, 18'inci yüzyılda ise bir gün zor toplanan bir kurul haline dönüştü. Güya Müslümanların tatil günü denen cumaları en yoğun çalışma günüydü. Divan-ı Hümayun temyiz davalarına bakardı, halkın müracaatlarını dinlerdi. Dahası, ihtida eden yani Müslümanlığa geçenlere divan toplantısı sonunda 50 akçe destek parası verilirdi. Eski toplumda din değiştiren biri bütün akrabalarını, cemaatini hatta tezgahını gözden çıkarmış demektir. Bu nedenle dul kadın veya yalnız ihtiyarlara ev ve geçim imkanı dahi sağlanırdı.
Divan-ı Hümayun'da savaşa ve barışa karar verilirdi. Tabii bu kararları tasdik edecek kişi padişahtı. Müftü de kararı berkitecek fetvayı verirdi. Divanda dört bir köşeyi ve her şeyi ilgilendiren kararlar alınırdı. 10 yıldır Başbakanlık arşivimiz bu kayıtları yani "Mühimme Defteri" denen eserleri neşrediyor. 16'ncı yüzyılın bir dünya imparatorluğunun tarihini buradan izlemek mümkündür. Ama divanda ne padişah ne de sonraları şeyhülislam dediğimiz müftü bulunurdu. Şeyhülislamların kabine toplantılarına katılması 19'uncu yüzyıla mahsus bir vakıadır. Fatih Sultan Mehmet'ten beri Osmanlı padişahları divan toplantılarını bir hücreden izler; tıpkı İspanya krallarının üniversal şurayı, Moskova çarlarının Kremlin'deki boyarlar meclisini izlemesi gibi. Padişah III. Selim'in sık sık yaptığı gibi kafese vurup divanı dağıtabilirlerdi. O zaman divan üyeleri ve sadrazam Arz Odası'na arza koşardı. Güya II. Mehmet'in Bursa veya Edirne zamanında, dervişin biri divanın ortasına sızıp "Padişah kangınız?" diye sormuş. Artık imparatorluk çağında böyle ölçüsü kaçmış aşiret demokrasisine tahammül edilemezdi. Padişahlar divan toplantılarından çekildi.
Divan-ı Hümayun toplantıları üyelerin sabah namazını Ayasofya Camii'nde kılmalarından sonra başlardı. Ayrıntılı bir törenle orta kapı olan Bab-üs Selam önündeki hiyerarşik selamlaşma ve alkış ile rütbeye göre orta avluya girerlerdi. Burada herkes attan inerdi. 1739 senesinde Belgrad Barışı'ndan zaferle dönen İvaz Mehmet Paşa'ya I. Mahmut'un istisnai atıfeti dolayısıyla atla girme dışında böyle bir vaka pek görülmez. Divanın başı veziriazamdı; kendisini dört adet kubbealtı veziri yani imparatorluk mareşalleri takip ederdi. Yeniçeri ağası eğer vezir rütbesinde değilse divanda oturmazdı. Kaptan paşa mutlaka bulunurdu. Asıl baş köşede oturanlar Anadolu ve Rumeli kazaskerleriydi. Osmanlı yargı teşkilatı ve taşranın idaresi bu iki memura tabi idi. Divanın bir üyesi defterdardı. Bugünün aksine maliyeciler kelle koltukta çalışan adamlardı. Herhalde ananenin yansıması olacak ki, 1961'de başvekil ve hariciye vekiliyle birlikte maliye vekili de idam edildi. Hiç şüphesiz bir diğer önemli üye nişancıydı. Askeri imparatorluğun tımar ve zeamet sistemi 10 binlerce tımarlı ve zaimin kayıt ve kaderi onun adaletli ve düzgün işlevlerine bakardı. Başyardımcısı reis-ül küttab ve ona bağlı divan tercümanları ayakta beklerlerdi, sefir süferanın görüşmeleri ve harici meseleler sorulduğunda arzda bulunmaları için... Fenerli beyler imparatorluğun Hıristiyan memurlarıydı ve çok kimsenin zannettiği gibi Helen asıllı değillerdi. İçlerinde mebzul Romen asıllılar, Bulgar, Hıristiyan Arnavut, İtalyan hatta 13'üncü yüzyıldaki Haçlı istilasından Latin kökenli aileler de vardı. Yunan ayaklanmasından sonra bu zümre tasfiye edildi. Yerlerini Ahmet Vefik Paşa'nın ailesi olan Bulgarzade Yahya gibi Müslüman asıllılar ve Sahak Ebro gibi Ermeni asıllılar aldı.
16'ncı yüzyıl Osmanlı nişancıları edip ve alim kişilikleri ile dikkati çekmişlerdir. En büyüklerinden biri Koca Nişancı da denen Celalzade Mustafa idi. Celalzade Mustafa edip üsluplu tarihi "Tabakat-ül Memalik ve Deracat-ül Mesalik" ile tanınır. Onun kaleme aldığı name ve bazı fermanları okumak tarih öğrencilerine 16'ncı yüzyıl dilinde ve edebiyatında ustalık kazandırır.
Muhteşem kubbenin gölgesinde sarayın orta avlusu devletin ve milletin yaşadığı tarihin ihtişamını aksettirir. Üç ayda bir yeniçerilerin ulufeleri dağıtıldığında Divan-ı Hümayun toplanır, orta avluda yeniçeri kalabalığının çektiği gulbank, yani kopardıkları sanatkârane vaveyla ve gulgule yeri göğü inletirdi. Bu ortamda başkentteki sefirler de hazır bulunurdu. Bu üç aylık törenlere Galabe Divanı denir.
Hiç şüphesiz ki ne divanın ne padişahın otoritesinin kaale alındığı isyankar, zoraki toplantılar da olurdu. Yeniçeriler orta avluyu doldurur, padişahı Ayak Divanı'na çağırırdı. Bunların çoğunun ne olduğunu, nasıl bittiğini biliyoruz; Hafız Paşa, Hezarpara (Bin parça) Ahmet Paşa gibi bazı devlet adamlarının başı pahasına kalabalık dağılırdı.




PAZAR
Maçlar bitti, menajerlerin ligi başladı
"Sürekli 'Özal dedemdi' diyerek dolaşmıyorum"
Türkiye'de rakipleri yok
Gazi Koşusu için 20 şapka hazırladı
'Bastonum, saçım ve kıyafetim benim imajımdır'
"Bu gibi olaylar sık oluyor ama basına yansımıyor"
Kuzey Ege'nin en bakir koyu: Enez
Hücrelerinizin erken ölümünü engelleyin
Bab-ı Green'den haberler
Buzsafran bu yaz adada
5 yılda 1 milyon paket servis yaptı
Gelibolu'ya sandalla varacaklar
Başkentteki şenlikte son gün
Gökyüzü renklenecek
Mimarlığın habitatı İstanbul
360 dereceden İstanbul
Divan-ı Hümayun
Kim Paris Hilton olmak ister?
Yine bizim hikâyemiz anlatılıyor





Ahmet Turhan Altıner
Ali Rıza Kardüz
İlber Ortaylı
Tuba Akyol
Ülkü Tamer

© 2005 Milliyet